7 Ocak 2011 Cuma

Okumak ve okumak

Bir kardeşime bir gün bir mektup ulaşır. Gönderen belirsizdir fakat adres doğrudur. Mektup kardeşimin anlamadığı bir dilde yazılmıştı. Latince harfler kullanıldığı için onu okuyabiliyor fakat okuduğunu anlayamıyordu. Çok merak ediyordu kardeşim mektuptaki mesajı. "Acaba yazan okuyana ne anlatmak istiyordur" diye düşünüp duruyordu. Karşılaştığı insanlara okutarak aylarca anlayan birini bulmayı umut ediyordu. Bu arada anlamasada, bir gün mektuptaki mesajı anlayabilme heyecanı ile, onu her gün okuyordu. Bundanda çok haz alıyordu.

Seneler geçti. Kardeşim hiç o mektubun içeriğini anlayabilememişti. Seneler önce aldığı mektubu artık aklına geldikçe çıkartıp okuyordu. O anlayamadığı kelimeler artık zamanla kulağına çok güzel ve gizemli gelmeye başlamıştı. Mesajın içeriğini merak etmiyordu artık. "Yazan okuyana ne anlatmak istiyordur" diye düşünmüyordu artık. O anlayamadığı kelimelerin artık sadece sesi ve gizemi onu mutlu ediyordu.

Gün gelir kardeşim ölüm döşeğine düşer. Son günlerinde dostları hep yanındadır. Olabildiğince anılar paylaşırlar. Paylaşırken bir an kardeşimin aklına o mektup gelir. Dostlarından birisine rica eder onu çıkarıp okuması için. Belki son bir defa o gizemli kelimelerin güzel sesini duymak, son bir defa o zamanındaki heyecanı tatmak için. Kardeşimin ricası üzerine dostu mektubu okumaya başlar. Birkaç cümle sonra odanın bir köşesinden biri seslenir: "Ben bu yazılanları anlıyorum!". Kişi dostlarından birisinin misafiridir. Kardeşimin gözleri bir anda büyür. Son nefesiyle: "Ne anlatıyor?" der ve ancak misafirin çevirdiği şu ilk kelimeleri duyduktan sonra can verir: "Oku! Oku! Yaradan Rabbinin adıyla oku!"...

B.T.

Hiç yorum yok: